TAKDİM (54)

ROMANI ZENGİNLEŞTİRECEK KONULAR

Her türden edebî eserin toplumsal hayatla bağını kurmak (“kurmak” yanlışsa kurgulamak) kolaycılık olarak görülebilir. Belki saf şiir, sembolist veya empresyonist şiir böyle kurgulara malzeme olmamak için azamî direnci gösterebilen poetik tutumlardır. Fakat romanın her dönemdeki, her memleketteki, her edebî anlayış ve yönelişten örneklerini; -bir tarafıyla- toplumun bir veya birkaç tabakasının bazı meselelerine ayna tutmuş sayabilirsiniz. Klasik Şark-İslâm edebiyatlarındaki mesnevileri roman sayma teşebbüslerinin sebepleri arasında “Bakın, bizde de var!” diyebilme psikolojisi yok mu dersiniz?

Roman türünü Paul et Virginie (Bernardin De Saint Pierre) seviyesinden ileriye götürmüyorsanız Kerem ile Aslılar, Tahir ile Zühreler, Leylâ ile Mecnunlar hatta bu tarzın en uç noktasında bulunup temsilî isimler üzerine kurulu Hüsn ü Aşk vb. eserleri -hatırınız için- roman sayabiliriz. Hâlbuki romanı tanımlayanlar, boşuna “reel dünya yaşantısı” üzerinde durmuyorlar. Kastedilen dünya, insanoğlunun kirlettiği dünyadır. Toplu katliam silahlarıyla, laboratuvarda üretip salgınlara sebep olan mikroplarıyla, nerede bir zenginlik varsa oraları önce silah deposu sonra yangın yeri yapmasıyla, çeşit çeşit uyuşturucularla kirlettiği dünya… Basılı veya kripto parayla, bankayla, borsayla, siyasi rantla, cinsellikle ve vicdanı kirlenmemiş insanın bilemeyeceği daha nice cerahatle kokuşmuş dünya… Zavallı Kerem bir bankanın içini değil sadece -dizine başını koyduğu- Aslı’nın cemalini görebilmek için otuz iki dişini çektirip çenesini boşaltmıştı. Ferhad’ın elinde, bir işaretle binlercesini fukaralaştıracak borsa hissesi değil bir adet kazma vardı. O; kazma ile dağı taşı delip su getirmeye çalışıyordu; elini her daldırışında devlet hazinesini kurutan bir müteahhit değildi. Mecnun gibilerin yanında olanlar da karşısında bulunanlar da her türlü gayrımeşru siyasi manivelayı kanun kılıfına sokma şeytanlığından habersizdi.

Ama madalyonun diğer yüzüne de bakmalı.

Bütün bunlar olmadan modern roman türü doğamazdı. Romanı ortaya çıkarıp geliştiren, dünyanın karmaşasıdır, entrikasıdır. Bugünkü roman karakterlerinin gözüyle Şirinler, Leylâlar hep “saftirik” insancıklardır.

Öyle ise,

Son zamanlarda Türkiye gündemini meşgul eden “fenomenler” (bu da ne biçim isimlendirme / sıfatlandırma ise…) meselesi, romanımız için bitmez tükenmez yeni ufuklar açmış demektir. Birkaç yıl içinde, ayakkabı boyacılığından kazandıklarıyla uçaklar, marinalar alan, otel zincirleri kuran iş adamlarının başarı öyküleri (!), devletleri dolandırıp “Hayırsever İş Adamı” ödülü alanların destansı (!) maceraları gibi henüz yazılmamış nehir romanlar için ne büyük kaynaklar keşfedildi!.. Öyle bitmez tükenmez kaynaklar ki binlerce “Yalan Rüzgârları” estirilebilir, binlerce Erol Toy’lar yetişse bu vakaların peşinden yetişemez!…

İşin tuhafı,

Hem iktidarı destekleyen siyasi irade hem muhalefet bu yeni velede aynı adı veriyor: “Çürümüşlük”…

Bu ufunetten kaçınmak için yüzümüzü başka yöne çevirmeliyiz. Ama koku atmosferi sarmış; yüz çevirmekle temiz hava solunamaz, göz yummakla aydınlığa çıkılamaz!

Daha önce nice ufunet bulutunu ciğerlerimize yerleştirdiğimizi hatırlamak, bizi ümitsizlik gayyasına yuvarlamamalıdır.

Romanın ortaya çıkması için çatışma, çatışmanın olabilmesi için mevcut gücün yanı sıra bir de “karşı güç” bulunması gerekir. “Çürümüşlük”ün romanımızı zenginleştirebilmesi için yegâne eksiğimiz var: Hukuk! Karşı güç olarak hukuk… Herkese karşı aynı şekilde işleyen hukuk…

Nâzım H. POLAT

1 Aralık 2023